İdare, Vergi ve Mali Hukukİdare, Vergi ve Mali Hukuk
Müvekkillerin vergi uyuşmazlıklarının çözümünün giderilmesi hususunda sahip olunan tecrübe ile Vergi Hukuku alanında sunulan hizmetlerden bir kısmı:
Dava takibi ve hukuki uyuşmazlıkların çözümü,
Gümrük mevzuatı ve vergi suç ve cezalarından doğan sorunların çözümü.
Müvekkillerin idareler ile olan uyuşmazlıklarının çözümünün giderilmesi hususunda sahip olunan geniş bilgi ve birikimiyle İdare Hukuku alanında verilen hizmetlerden bazıları:
Her türlü idari başvuru ve itirazların yapılması,
İdari yolların tüketilmesi ve uzlaşma işlemlerinin takibi,
Dava takibi ve uyuşmazlıkların çözümü,
İdari cezalar ile ilgili diğer idari ihtilaflardan kaynaklanan sorunların çözümü,
Gelir vergilendirilmesi uygulamasında gelirden ne anlaşılması gerektiği ve ne tür unsurlardan Gelir Vergisi Kanunu‘nun 1. ve 2. maddelerinde işaretlenmektedir. Bu hükümlerden ve kanunun izleyen bazı maddelerinden çıkarılan sonuçlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Verginin konusunu gerçek kişilerin gelirleri teşkil etmektedir. Medeni Kanuna göre, her gerçek kişi hak ve borçlara ehil, diğer bir deyişle haklardan yararlanma ehliyetine sahip olduğundan, herkes hatta gelir vergisi mükellefi olabilir. Diğer yandan gelir vergisi mükellefinin gerçek kişi oluşu, bu vergiyi, başka vergi türlerinde mümkün olamayacak biçimde kişiselleştirmek imkânı verir.
Gelir vergisi bir yılda elde edilen gelirlere tatbik olunur. Vergilendirme 1 Ocak ile 31 Aralık arasındaki dönem itibariyle yapılır. Kanunda bazı durumlarda mükellefler için takvim yılından değişik özel dönemler belirlenebileceği işaretlenmişse de, vergileme dönemi, ilke olarak, bir yıldır. Ancak bu ilkeye karşı bazı durumlarda, örneğin kaynakta tevkif yoluyla vergilenen ve tekrar beyannameye dâhil edilmeyen bazı gelir kategorilerinde ya da birden çok yıla yayılan inşaat işlerinde ve sair gelirin yıllık olarak dikkate alınması ilkesi uygulanmaktadır.
Gelir, bir gerçek kişinin elde ettiği tüm kazançları dikkate alan genel bir kavramdır. Bu bakımdan, çeşitli kaynaklardan elde edilen gelirleri ayrı ayrı vergilendirmekle yetinen sedüler gelir vergilerinden farklı olarak Türk GVK’nda kazançların bir araya getirilip toplanarak vergilenmesi temel kural olmaktadır.
Gelir, istisnalar dışında kişinin harcama yapabilmesi ya da tasarruf edebilmesine imkan veren her türlü unsuru kapsamaktadır.
Gelir, gerçek tutarı üzerinden vergiye tabi tutulacaktır. Bu ilkenin doğal sonucu, gelir vergisinin asgari bir kayıt düzenine tabi olması ve bu kayıtlara göre hesaplanmasıdır. Bu durumda da, istisnalar bir yana, gelir dışındaki bazı kıstaslara dayalı götürü vergilemenin gelir vergisi düzenin de yeri bulunmamaktadır.
Gelir safi tutarı ile dikkate alınacaktır. Bu, bir yandan, gelirin elde edilmesi için yapılan giderlerin gayrisafi gelirlerden düşülmesini, diğer yandan da, çeşitli, kaynaklardan gelir elde eden kişiler için zarar mahsubu imkânının tanınmasını gerektirmektedir. Ancak, kanunda aksine hüküm bulunan durumlarda, gelirin safi tutar yerine gayrisafi tutar olarak ele alınmasına da imkân tanınmaktadır. Örneğin, ücretlerin vergilenmesi, kanunda vergilenmenin safi ücret değeri üzerinden yapılacağının belirtilmesine karşın esas olarak gayrisafi tutarları üzerinden yapılır. Türkiye ile yabancı ülkeler arasındaki ulaştırma işlerinden sağladıkları gelirin hesabında da gayrisafi tutarlar esas alınır.
Gelir, ilke olarak kişilerin beyanına dayanılmalıdır. Ancak uygulamada, matrahın mükellefin beyanı yerine başka biçimde saptandığı ya da tevkif yoluyla kesilen vergilerin, daha sonra bir beyannamede toplanmadan nihai vergiyi oluşturduğu durumlar da bulunmaktadır. Bu durumlar gelirin mükellef beyanıyla hesaplanması ilkesinin istisnalarını oluşturur.
İdarenin sorumluluğu ise iki şekilde olup, bunlar İdarenin kusura (hizmet kusuruna) dayanan sorumluluğu ve idarenin kusursuz sorumluluğudur. İdarenin objektif bir nitelik taşıyan hizmet kusuru, hizmetin kuruluşu ve işleyişinde ortaya çıkan kusur olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle, hizmetin hiç işlememesi, geç işlemesi veya kötü işlemesi hallerinde idare kusurlu sayılmaktadır. Danıştay bir kararında “İdare kendisine tevdi edilmiş bulunan kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini temin amacı ile gerekli teşkilatı kurmak ve bu teşkilatın icap ettirdiği şahsi, ayni ve mali imkân ve vasıtaları her an hizmete hazır bulundurmakla sorumludur. Bunların gerekli ve yeterli şekilde temin edilmemesindeki kusurun sonucu, hizmetin hiç işlememesi veya kötü işlemesine sebebiyet verilmiş olması, idareye zarar gören kimselerin bu zararlarını tazmin sorumluluğunu yükler.” demektedir.
Danıştay hizmetin kötü işlemesini veya gereği gibi yapılmamasını, hizmet kusuru sayarak idarenin sorumluluğuna karar vermektedir. Hizmetin kötü işlemesi bir idari işlem biçiminde de ortaya çıkabilir.
Hizmetin geç işlemesi bir hizmet kusurudur. Bu gibi durumlarda Danıştay olayın niteliğini dikkate alarak, idarenin kusurlu olup olmadığını saptamaktadır.
Hizmetin hiç işlenmemiş olması, hizmet kusuru sayılmakta ve yönetim tazminata mahkûm edilmektedir. Hizmetin hiç işlenmemiş olması durumu, özellikle trafik ya da bayındırlık çalışmaları ile ilgili işaretlerin konmaması ya da korunmaması yahut kolluk kuvvetlerinin işe karışmaması biçiminde kendini göstermektedir.
Hukuka aykırı bir işlem, genel olarak idare kusurlu sayılır. Hemen belirtelim ki, hukuka aykırılıktan doğan kusur, her zaman idarenin sorumluluğunu gerektirmez.
Danıştay’ın bir kararında belirttiği gibi, “İdare Hukuku esaslarına göre, idari bir kararı batıl kılan mevzuata ve hukuka aykırılık bir hizmet kusuru” olarak vasıflandırılır.